Wednesday, August 28, 2013

Rakamsız kıymetler

Defansta veya defansın önünde yer alan futbolcuların rakibi durdurmaya verdikleri katkıyı açıklamak için sıkça kullanılan iki istatistik tackle yani rakibe müdahale ve interception yani pas arasıdır. Bu iki istatistiğin ortak özelliği ikisinin de vuku bulması için gerekenin topun rakipte olmasıdır. Ancak pas arasının aksine bir oyuncunun yaptığı müdahale sayısının çokluğu o oyuncunun savunma katkısının üstünlüğünü yansıtmayabilir. Savunma aksiyonlarının istatistiklere yansımayan, rakamlara dökülmesi pek mümkün olmayan bazı değerlerini anlatmak için Chris Anderson ve David Sally "The Numbers Game" adlı kitaplarında Maldini'nin Milan'daki efsane döneminde yaklaşık iki maçta bir müdahale yaptığına değinirken oyuncuyu da havlamayan bir köpeğe benzetiyorlar. 

Bunu en iyi bilenlerden biri kuşkusuz Manchester United'ın efsane teknik direktörü. 2001 Ağustos'unda Alex Ferguson şaşırtıcı bir karar alarak Jaap Stam'ı Lazio'ya satmış, gerekçe olarak da Hollandalı stoperin giderek azalan rakibe müdahale rakamlarını görmüştü. Halbuki Stam rakibin ataklarının gelişimini doğru pozisyon alarak engellemeyi bilen bir oyuncuydu. Bu yüzden çok fazla müdahalede bulunmak zorunda kalmıyordu. Yerine tranfer edilen Laurent Blanc ile başladığı 2001-02 sezonunda United şampiyon olduğu bir önceki sezondan 14 fazla golü kalesinde gördü (31-45) ve sezonu üçüncü bitirebildi. Ancak 2002-03 sezonunda daha sonra takımın efsanelerinden olacak Rio Ferdinand'in Leeds'den transferiyle ligde maç başına yenen gol sayısı tekrar birin altına indirilebilmişti. Ferguson yıllar sonra Stam'ın yapmak zorunda kalmadığı müdahalelerin kıymetini anlamış olacak ki onu göndermenin kupalarla dolu kariyerindeki en büyük hata olduğunu açıklamıştı.




Son haftalarda Beşiktaş'taki değişimden ve takımdaki oturmuşluk ve olgunluktan bahsedilirken pek çok yorumcu ve yazar tarafından Veli-Atiba uyumuna değiniliyor. (Atiba Hutchinson'a herkes başka birşey diyor, Haçkinsın diyenler bile var. Gelin ilk isminde anlaşalım...hem daha güzel geliyor kulağa) Atiba'nın çift yönlülüğu Veli'nin ise mücadeleciliği övülüyor. Kanadalı ile ilgili söylenenlere katılmamak zor. Takıma gelir gelmez topla en çok buluşan iki oyuncudan biri oldu (diğeri Fernandes) ve topsuzken de top ayağındayken olduğu kadar maçın içinde. Tedbiri elden bırakmayan bir oyuncu profili çizse de topu sahanın her yerine dağıtabiliyor. En önemlisi Fernandes'e üçüncü bölgeye gidilirken mümkün olduğunca yaklaşarak basit pas imkanı sunmaya çalışıyor.

Veli'ye gelince... 

Doğrusu Deli İbo'dan beri bu kadar özverili, enerjisi bitmeyen, tekmeye kafa sokan bir Beşiktaşlı hatırlamıyorum. Maçlar daha uzun olsa eminim çok daha kıymetli bir futbolcu olurdu. Eleştirilebilecek yanları da var tabi. Topu ileriye oynamadaki becerisinin kısıtlılığı ve iki ayak hakimiyetinin de vasat olması bunlardan başlıcaları. Ancak bence en önemli eksikliği pozisyon alma bilgisinin zayıf olması. Bu eksiklik de Veli'nin yapmak zorunda kaldığı müdahale ve faul sayısıyla doğru orantılı. Örneğin ligdeki iki maçta Veli altı kere faul yaparken kendisi gibi 180 dakika sahada kalan Atiba sadece iki faul yapmış. Aynı zaman diliminde rakibin ataklarını durdurma sayısında da oyunu kendisininkinden çok daha sade gözüken Atiba'nın gerisinde kaldığı görülüyor: Atiba 14 - Veli 5. (Bu istatistikleri sitelerinde paylaştıkları için Hasan Gören ve Matchstudy TR ekibine teşekkür ederim. Umarım yakın zamanda defansif hareketler kategorisine rakibe müdahale ve pas arası istatistiklerini de eklerler.)

Bu fark iki oyuncunun oyunu okuma ve doğru yerde doğru anda durabilme özelliklerinden kaynaklanıyor. Atiba Veli'den beş yaş büyük ve ciddi bir Hollanda deneyimine sahip. Bunlar mutlaka aralarındaki gözle görünür farka etki ediyordur. Veli'nin koşu miktarı ve kalitesi dengesini kaliteden yana artırmaya ihtiyacı var. Kendisi de büyük ihtimalle bu eksikliğini biliyordur, bilmiyorsa da kendisine ısrarla anlatılmalıdır. Eğer farkındalık kalitesini artırırsa hem rakibe daha az müdahalede bulunmak zorunda kalacak, hem çift yönlü oyun için gereken vizyona erişecek, hem de resimdeki gibi fecaatlere çok daha az maruz kalacaktır:




Veli'nin noksanlarını ve yazının başında belirttiğim gibi defansif aksiyonların topun rakipte olmasını gerektirdiğini göz önünde bulundurursak hali hazırda Oğuzhan'ın ilk onbirde çıkmasının önemini daha iyi anlayabiliriz. Üç orta sahalı dizilişte topun rakibe geçmesini engellemenin en efektif yolu iyi pas yapan ayaklara sahip olmaktır. Hele bunlardan bir tanesi iyi savunma yapabiliyor (Atiba), bir tanesi oyun kurabiliyor (Fernandes) diğeri de bitirici pas vermeyi biliyorsa (Oğuzhan) ideal bir üçlüye oldukça yaklaşmışsınız demektir. Ayrıca topu kaptırmadığınız ölçüde yapmanız gereken savunma dolayısıyla da topa basan ve oradan oraya koşturan bir oyuncuya ihtiyacınız azalacaktır. Oğuzhan'ın Veli'nin yerine oyunda olduğu bir takımda beklenen hücum gücü artışından çok fazla söz etmeye gerek yok. Zira Oğuzhan son maçta sadece on dakika oyunda kalmasına rağmen sahada o ana kadar bir cesetten farksız olan Almeida'ya bile gol attırdı.  (Bu golün öncesinde pozisyon bitmek üzereyken pes etmeyip omuz omuzada ayakta kalarak topu Fernandes'e kazandıran Muhammed'e de hakkını teslim etmek gerek)


Önümüzdeki haftalarda Bilic'in rakamlara yansımayan bazı kıymetlerin farkına varıp Oğuzhan'a gelişmesi için ihtiyacı olan süreleri vereceğini düşünüyorum.

Monday, August 26, 2013

TFF (Türkiye Felaket Fabrikası) vol.1 : Galatasaray ve Fenerbahçe'nin diziliş sorunları

TFF'nin Haziran 2012'de açıkladığı 6+0+4 planı sadece önerilen kurala değil yabancı oyuncuya salt sayı üzerinden (kalite kriteri olmaksızın) bir sınırlama getirilmesine bile karşı olan kulüpleri de barındıran on yedi Kulüpler Birliği üyesinin "En azından 6+2+2 yi bozmayın" bazlı görüşlerine rağmen geri çekilmedi ve yürürlüğe girdi. Yıllık ücretleri milyon Eurolar olan oyuncuları tribünde maç izlemeye mecbur eden bu saçmasapan kuralın etkileri ve kadrolara nasıl şekil verdiği her maçın ardından konuşulmakta. (Belki de kadroların şeklini nasıl bozduğunu desek daha doğru olur.) Gelin önümüzdeki sezon ilk 18 ve tribünde bulundurulabilecek yabancı sayısını birer daha azaltmayı öngören yabancı kontenjanı planının bu sezondan nasıl büyük bir kaosa yol açmaya başladığına son şampiyonun ve bu uygulamaya yaz başında itirazı olmayan tek takımın penceresinden bakalım.

Galatasaray

Aslında Galatasaray'ın kadro karmaşasını tam olarak anlayabilmek için 2012/13 sezonun devre arasını hatırlamak gerekiyor. Drogba ve Sneijder transferleri her ne kadar bu yazının konusu olmasa da Galatasaray yönetimi ve Fatih Terim arasındaki (varsayılan) uçurumun sık sık konuşulmasına sebep olmuştu. Terim istese de istemese de artık forma sattıran, bilet aldıran, maç izlettiren, takımdan söz ettiren ve tabi maç da kazandıracaklarından şüphe duyulmayan iki dünya yıldızına sahipti. Bir şekilde bu iki oyuncuyu ilk on bire sokmak ve takımı bir buçuk sezondur başarıya götüren 4-4-2 dizilişini en azından maçlara başlarken terk etmek zorunda kalmıştı. "Aysal ile küsler, araları açık, Terim bırakacak" derken, sancılı geçen birkaç haftadan sonra Galatasaray şampiyon olmak için gereken takım kimyasını oturttu. Sneijder, Drogba, Amrabat ve Eboue'nin kulübe - on bir arasında gidip geldiği dört ay sonunda Şampiyonlar Ligi'nde varılan çeyrek final ve ligde korunan şampiyonluk sıfatı sorunların üzerine perde çekti.

Geçen sezonun ikinci devresindeki kaosun büyümesine bir nebze engel olan ve maç içinde diziliş değişikliğinin oyuncu kalitesinden ödün verilmeden yapılmasına olanak kılan yedi ve sekizinci yabancıları kulübede bulundurma imkanı Terim'in elinde bu sezon yok. Belki aynı sebepten henüz sol bek ya da kanat oyuncusu transferi de yapılamadı. Netice olarak bu sezon oyunu kanatlara yaymayı iki şekilde deneyebilir Galatasaray. Birincisi Eboue'nin ve Hakan Balta'nın bindirmeleri. Bu ilk haftaki Antep maçında skor 2-0 olana kadar özellikle Hakan tarafından başarıyla sağlandı. Bekleri daha muhafazakar kullanmak gerekiyorsa oyunu Burak, Drogba ve Sneijder'in alan paylaşımı ve gezginlikleri üzerinden üçüncü bölgeye yaymak zorundalar. Çünkü Terim beklerden hücum verimi alamıyorsa Sneijder ya da Drogba'yı çıkarıp oyuna yabancı kanat adamı sokamaz.

Bugünkü Bursa maçında bu çok baş ağrıttı. Alan paylaşımı hesaplarında Burak ve Sneijder'in birbirlerinin bölgelerine daldıklarını ve dolayısıyla hem birbirlerini hem de Drogba'yı oyundan düşürebildiklerini gördük. Tezat o ki Galatasaray'ın gol pozisyonunun gelişiminde bu sorunu örnekleyen bir kare var. 





Burak ve Sneijder'in ortayı doldurduğunu gören Drogba kendini kanada atmış ama Şener'in arkasına değil ortaya doğru koşuyor. Burak kendini gollük pozisyona sokacak pasa hazırlıyor. Sneijder ise Hamit'in driplingini sürdürmesiyle oyundan düşüyor. Bu sorunu resmeden benzer karelerdeki en önemli etkenlerden birisi Burak'ın topla kanatta buluşmayı hiç sevmemesi ve (bahsi geçen pozisyonun aksine) top almak için orta alana yardımcı olmak istediğinde de bunu Sneijder'in etkili olduğu bölge üzerinden yapmaya meyilli olması. Bursa maçının özelinde konuşmak gerekirse belki de Drogba'ya top şişirerek ve ikinci toplara basarak (Önder Özen bunu geçen sezon bir 90+ programında "Drogba'ya at Drogba'ya git" diye adlandırmıştı) Galatasaray bu alan paylaşımı karmaşasını bir ölçüde atlatmış olurdu.


Galatasaray'ın hücum dizilişi

     

Tabi ki Bursa maçında kaybedilen iki puan sadece bu argümanlarla açıklanamaz. Ama Galatasaray'ın yukarıdaki gibi kaotik bir görüntü çizmeden hücum edebilmek için zaman zaman ihtiyaç duyduğu yabancı alternatiflerini kulübede bir B planı çerçevesinde bulunduramaması TFF'nin çıkardığı kuralın doğurduğu bir sonuç ve kurala olan tepkilerini haklı çıkarıyor. 

Fenerbahçe

Kanarya'nın durumu çok daha karışık ve saçma. Bir kulüp kendini nasıl bu kadar baltalar anlamak çok güç. Gelişmeleri şöyle maddelere dağıtırsak belki daha....her neyse:
  • Sezon öncesinde on yedi kulüp 6+2+2 uygulamasına geri dönülmesi için diretirken Fenerbahçe onlara katılmadı. 
  • Yobo, Meireles, Cristian, Kuyt, Krasic, Sow ve Webo'yu barındıran kadroya Emenike, Kadlec, Holmen ve Alves eklendi. 
  • Tescilli oyuncu sayısını izin verilen rakama indirmek için de Stoch PAOK'a kiralandı. 
  • Oynanan altı resmi maçta iki galibiyet, üç mağlubiyet ve bir beraberlik alındı.
  • Süper Kupa bir numaralı rakibe kaptırıldı, Şampiyonlar Ligi hayal oldu.


Şimdi lafı 6+0+4 ün Fenerbahçe'yi nasıl bozduğuna getirmeden önce edilmesi gereken bir iki kelam var. Bu kuralın tek destekleyicisi olan bir takım Sow ve Webo'nun olduğu yere en yatkın olduğu oyun Fenerbahçe'nin kadrosuna hiç uygun olmayan kontra atak olan ve kanatta oynayamayan Emenike'yi niye transfer eder? Ligde ve mevcut kadrosunda delici ve golcü kanat kıtlığı varken neden Krasic değil de Stoch'u başka takıma kiralar? Sprinter ve hücumcu bir bek olmayan Kadlec hali hazırdaki kural çerçevesinde Hasan Ali'den ne kadar daha iyidir?

Bu soruların biz ölümlülerin anlamadığı gizemli bir yanıtı olduğunu varsayıp takımın geldiği duruma bakalım. Fenerbahçe'nin geride kalan altı resmi maçının tamamında ilk on birde yer alan tek oyuncu Kuyt olmuş. Yabancı sınırıyla değeri 9 milyon Euro'ya şişmiş Alper resmi maçlardaki 540 dakikanın neredeyse yarısında forma giymemiş. Hücum hattında Emenike ve Sow'dan verim alınacak bir düzen bir türlü kurulamamış. Takım tarihinde üçüncü kez 2-0 dan maç vermiş. Ve bütün bunlar olurken Ersun Yanal'ın formsuz bir yabancısının yerine alabileceği ya da sistemi çift forvete değiştirmek için kullanabileceği yabancılar tribünde. Ne Krasic'i sokup Sow'u forvete alabiliyor, ne de horgörülen ama Meireles'in şu halinden kat kat faydalı olacak (lisansı elbet birgün çıkacak olan) Holmen'i orta sahaya. 

Eskişehir maçında Alper sol kanatta başladı. Merkezde oynamaya alışık olduğu için kendini sürekli Selçuk'un önüne attı ve olan Caner'in savunmaya çalıştığı sol kanada oldu. Sahaya çıkan kadronun yanlışlığı bir yana, tribünde oturmak zorunda kalan yabancılardan herhangi ikisi olsaydı Ersun Yanal'ın eli çok daha kuvvetli olmaz mıydı? Bitik Raul'un yerine Alper'i çekip, Caner'i sol öne alıp arkaya Kadlec'i alamaz mıydı? Ya da Cristian ve Sow'u aynı anda oyuna alıp baklava 4-4-2 oynayamaz mıydı? Holmen'in box-to-box özelliklerini Kuyt'tan başka hangi yabancı oyuncu sağlayabiliyor? 



Fenerbahçe'nin Kadlec-Egemen-Alves-Gökhan'dan kurulu bir savunmanın önüne Mehmet Topal/Alper ve Holmen'i koyup, kalan dört pozisyondaki oyuncuları 4-4-2 yi tamamlayacak şekilde Kuyt, Webo, Sow, Emenike, Mehmet Topuz, Caner ve hatta Krasic yedilisinden seçip, duruma göre kulübeden sahadaki on birin dışında kalmış iki kaliteli yabancıyla takviye yapabileceği bir senaryoda daha zayıf olacağanı düşünen var mı? Bugüne kadarki hatalı transfeler harici bir güç tarafından yapılmış olsa ve 6+0+4 hala tartışılıyor olsa, kaliteli dört forvet oyuncusundan maksimum verimi almak adına hangi Fenerbahçeli kulübesinde iki yabancı daha oturtabilmek istemez? Bir futbol takımının yöneticileri başarılı sayılabilecek bir sezondan sonra işbaşı yapan bir teknik direktöre biraz daha rahat çalışabileceği, denemelerini daha güvenle yapabileceği ve gerektiğinde Türk futbolculardan daha iyi oldukları için transfer edildikleri varsayılan yabancı futbolculardan ikisinin daha elinin altında olduğu bir ortam teslim etmek istemez mi? 
....

Durumu anlamak nereden bakarsak bakalım imkansız. Öyle ki yazının Fenerbahçe kısmını beş kere yazsam beşinde de değişik birşeye değinebilirim. Futbolla bu blogu okuyacak kadar ilgelenen kimsenin yabancı sınırının milli takıma veya oyuncu yetişmesine faydalı olacağını düşünmediğinden emin olduğum için o çukura burnumu hiç sokmayacağım. Ama sanırım kulübede iki yabancı bulunduramamanın günümüz Türkiyesi'nde şampiyonluğa ve Avrupa'da yarı finallere göz dikmiş bir takımın işine gelmesinin mümkün olmadığını anlatmanın pek çok yolu var.  

Friday, August 23, 2013

Karaları giyelim ama karalar bağlamayalım

Fazla ballandırmadan baştan kabul edelim. On altı takımlı Norveç ligi'nin on üçüncüsü, ligdeki son galibiyetini 23 Haziran'da (lig on ikincisine karşı) almış bir takıma içeride dışarıda, yağmurda ya da otuz derece sıcakta, suni çimde ya da kumsalda yenilmek kabul edilemez bir sonuçtur. Bilic de bunu demiş zaten. Ancak kağıt üstünde favori olan taraf doğru kadroyla maça başlamayıp, değişikliklerde geç kalıp üstüne öne geçmenin getirdiği rahatlıkla ciddiyeti elden bırakırsa, bir de hakem rakibe penaltı hediye ederse kabul edilemez olan sonuç şaşırtıcı olmayabilir. 

Tromsö'nun ligdeki son yedi maçının özetlerini izledim. Kulübün resmi sitesinde tüm maçların beşer dakikalık özetleri var, dileyen izleyebilir. Bunlara dayanarak takımın ofansif eğilimi ile ilgili şöyle bir izlenim edindim:

  • Geriye düşünce presle rakibi hataya zorlamaya başlıyorlar.
  • İkinci şans toplarını (defanstan, kaleciden seken top vs.) kovalıyorlar.
  • Kornerlerde tehlike yaratıyorlar (özellikle 3 numaralı oyuncuyla)
  • Direkt hücum yapıyorlar.
  • Uzaktan şut atıyorlar.
Yedikleri gollere ve verdikleri pozisyonlara bakacak olursak da:

  • Çok kişiyle üzerlerine gidildiğinde panik yapıyorlar. Savunmadan top çıkarmakta (hem hücum halindeyken hem de atak savuştururken) zorlanıyorlar.
  • Hem sağdan hem soldan arka direğe kesilen ortaları savunma zaafları var.
  • Bekleri sık sık çaprazdan içeriye adam sızdırıyor.

Bir bakıma geçen yılın Beşiktaş'ını andıran özellikler bunlar. Bu ana hatların dışında ligde uzun süredir oynuyor olmalarının getirdiği bir uyumları var. Örneğin birkaç hücumda oyuncuların daha müsait pozisyondaki forvetin farkında olup topun üzerinden atladığını gördüm. Ayrıca enteresandır...son yedi maçında iki tane hatalı penaltıdan gol yemişler (birinde müdahale faul ama dışarıda, diğerinde göğse çarpan topa hakem el demiş). Bu sefer kısmet onlardan yana oldu.


Beşiktaş maça sakat Mustafa* yerine oynayan Almeida haricinde Trabzonspor maçı kadrosuyla başladı. Bence Bilic'in birinci yanlışı maça Oğuzhan yerine Veli ile başlamak oldu. Çünkü Beşiktaş'ın Tromsö'ye karşı yapması gereken topa sahip olmak ve temponun yükselmesine engel olmaktı. Zaten maçın ilk 25-30 dakikasında iyi kötü bunu yaptı ve arka direğe kesilen bir ortayla öne de geçti. Ancak Veli çok koşuyor ve mücadele ediyor olsa da hem pozisyon sezgisi zayıf hem de kazandığı topları olumlu kullanamıyor. Ayrıca takım orta sahada pas yaparken Atiba ve Ferdi'ye bir üçüncü istasyon imkanı sağlayamıyor. Olcay/Dentinho/Töre de pas oyuncuları olmadıkları için Beşiktaş orta alanda resmen kendi kendini boğuyor.

İlk yarının sonuna doğru Beşiktaş kontrolü kaybetmeye ve çok pas hatası yapmaya başladı. Burada Bilic tehlikeyi sezip ikinci yarıya Oğuzhan'ı alarak başlamalıydı. Yukarıda saydığım gerekçeyle Veli'yi çıkarabilir, ya da "hadi Veli çok koşuyor iyi niyetli" diyip onu Dentinho ya da Olcay'dan birinin yerine alıp (ki Veli kanat orijinli bir oyuncudur) orta sahayı bir üçlü bir ikili hattan oluşturabilirdi. Böylelikle hem orta sahada Oğuzhan'ın basit oynama yeteneği sayesinde (Fernandes'in bir eksiğidir bu) pas üstünlüğüyle aktif savunma yapabilir hem de Veli'nin eforundan top kaptırdığında takıma daha az külfet olacağı sağ uçta faydalanırdı.




Ancak Bilic beraberlik penaltısından sonra Dentinho yerine pas oyuncusundan daha da uzak olan Gökhan'ı aldı. Escude'nin topla son adamken laçkalaşmasıyla maç 2-1 olduktan sonra Olcay'ın yerine Oğuzhan'ı soktu ama hem iş işten geçmişti hem de Oğuzhan asla bir kanat oyuncusu değil.

Maçta dikkatimi çeken başka bir unsur da Almeida'nın defalarca kendini kanada atmasıydı. Spikerler bunu Werder Bremen'deki günlerini anımsaması olarak yorumladılar ama Beşiktaş'ın sahadaki kadrosunun diğer üç hücumla sorumlu oyuncusu içinde Dentinho hariç forvet koşusu özelliği olan adamı yok. Olcay topla forvetin boşalttığı alana katedebilir, Fernandes'in ise ceza sahasıyla pek alakası yoktur (zira 15 Ağustos tarihli yazımda belirttiğim gibi ofansif orta saha oyuncusu değildir.) Bu bakımdan Almeida Bundesliga günlerini hatırlayacaksa 13 maçta 9 gol attığı son dönemini hatırlasa daha iyi olur. Ayrıca sorumsuzca rakibinin yüzüne vurduğu pozisyonda sarı kartla paçayı iyi kurtardı, deftere yazıldı o.

Kısacası Bilic'in bu maçtan çıkarması gereken ders Beşiktaş'in özellikle favori olduğu maçlara Veli yerine Oğuzhan ile başlaması gerektiğidir. İnönü'deki maçta bir gol atmak tur için yeterli olacağı için karaları giyelim (siyah forma bu takıma çok yakışıyor) ama karalar bağlamayalım. Gol yemediğimiz sürece bu turu geçeriz.

Son olarak...Maçtaki Beşiktaşlı kız kimdi bilmiyorum ama sesi herkesten fazla çıkıyordu. Ağzına sağlık. 

*Halis Özkahya Mustafa'yı sakatlayan Colman'a kırmızı değil kart bile göstermediği için bu hafta kendisine maç verilmemiş. Bu doğru ama yeterli değil, Colman'a da 2-3 maçlık ceza verilmesi gerekir.

Wednesday, August 21, 2013

Fenerbahçe Stoch'u çok arayabilir

Fenerbahçe bugün henüz resmi katılımına izin verileceği belli olmayan Şampiyonlar Ligi'nde boy göstermek için elemesi gereken Arsenal ile ilk maçına çıkacak. İki takım da liglerinin ilk haftasında aldıkları travmatik mağlubiyetleri bir an önce geride bırakıp ikinci maç için avantajlı skor almak zorunda. Ersun Yanal takımının 2-0 öne geçtiği maçta yaptığı hatalı değişikliklere rakibinin ekmeğine yağ sürdüğü için haklı olarak çok eleştirildi. Salzburg maçlarında verilen pozisyonların çokluğu, Galatasaray ve Konyaspor mağlubiyetleri ve Gökhan Gönül'ün yokluğuna çare bulunamamış olması Fenerliler'i endişelendiren başlıca sebepler. Mehmet Topal ve Meireles de sakat.

Ancak Arsenal tarafında da moraller pek yüksek değil. Transfer pazarında peşinden koştukları (Sanogo haricinde) hiçbir futbolcuyu alamamış olmalarının üzerine Emirates'te gelen 3-1 lik Aston Villa mağlubiyeti taraftarlarını daha şimdiden çok kızdırdıÜstelik takımın orta sahadaki en önemli oyuncusu Arteta ve defansın belkemiği Vermaelen hala sakat, gol pası vererek kendinden beklenen patlamayı yapacağına dair ilk sinyali veren Ox Chamberlain sakatlandı, Sagna ve Gibbs korkunç görüntülere sebep veren ve maç kondisyonlarını olumsuz etkileyebilecek pozisyonlar atlattılar, ve belki de hepsinden önemlisi kontra ataklara karşı ne kadar çaresiz kalabileceklerini Aston Villa karşısında defaatle görmek zorunda kaldılar.

Ersun Yanal ilk defa büyük takım çalıştırmanın getirdiği baskıyı azaltmak, Wenger de (henüz el atmadıkları bir oyuncu kaldıysa) transferde elini kuvvetlendirmek için takımını Şampiyonlar Ligi'ne götürmek zorunda. İşin özeti, sezona kötü bir giriş yapan iki taraf açısından da taraftarlarını memnun etmek için bu eşleşmeyi kazanmak çok önemli.



Arsenal'in transfer sezonunun özeti


Arsenal Aston Villa maçının daha 5. dakikasında Wilshere'in savunmada kazandığı topu hızlıca Rosicky kanalıyla sol kanada aktarması, Walcott'un da seri şekilde altı pasa indirmesiyle durumu 1-0 yaptı. Ancak iki orta saha oyuncusunun defansif özelliklerinin sınırlı olması, iki bekin eşzamanlı hücum bindirmeleri ve Mertesacker'in ağırlığı yüzünden Agbonlahor-Benteke-Weimann gibi korkunç bir kontraatak hattına karşı oyunun geri kalanında acz içinde kaldılar. İlk yarı bitmeden Ramsey-Wilshere'in birlikte pozisyon hatasından ve Koscielny'nin kötü hamle zamanlamasından Agbonlahor'a driplingle ceza sahasına girme imkanı verdiler ve Benteke doğan penaltıyı kaçırsa da ribaundu tıkamayı başardı. İkinci yarıda iki kez savunmadan pasla çıkarken top kaybı yaptılar; bunlardan biri direkten dönen bir şut, diğeri ise Agbonlahor'a yapılan ikinci penaltı, Koscielny'ye çıkan bir sarı kart ve Villa'yı öne geçiren golle sonuçlandı.

Oxlade-Chamberlain'ın sakatlanmasıyla oyuna giren Cazorla aslen merkez oyuncusu olduğu için Arsenal ikinci yarıda ağırlıklı olarak göbekten saldırdı. (Arsene Wenger'in sakatlanan Ox'un yerine bile Podolski'yi tercih etmemesi kolay anlaşılır bir durum değil) Hal böyle olunca Arsenal'in iki ciddi tehlikesi de merkezden yapılan dripling ve verkaçlarla meydana geldi. Ancak Cazorla ve Rosicky normalde golle bitirmeleri gereken pozisyonları harcadılar. Maçın neticesini de tıpkı kabağın Salih Uçan'ın başında patladığı Fener - Antalya maçında olduğu gibi bir korner sonrası kontra atak belirledi.

Arsenal'in muhtemel kadrosu


Her ne kadar Aston Villa maçında Gibbs'in 30. dakikada sakatlanması ve Cazorla'nın ortaya kaymalarıyla sol kanattan tehlike yaratamamış olsalar da, Arsenal'in en büyük kozu kanat hücumları olacak (nitekim golü de böyle attılar). Londra ekibinin hali hazırdaki zaafları karşısında Fenerbahçe'nin forvetlerinin ciddi bir kontra atak tehlikesi oluşturmaması çok büyük eksiklik. Kaldı ki Arsenal Kadıköy'de Aston Villa karşısında geriye düştükten sonraki kadar saldırgan olmayacak. Bence hücum etkinliğini hala istenilen seviyeye çıkaramamış ve oynadığı maçlarda rakiplerine geçen sezon ortalamasının iki katından fazla şut imkanı vermiş Fenerbahçe'nin amacı da 1-0 ı cebe atmak olmalı. 

Bunun için sadece merkezde etkili olabilecek üç forvetinden birini savunmaya ve pas oyununa hiç katkı yapamadıkları kanat pozisyonuna hapsetmek zorunluluğunu getiren 4-3-3 te ısrar etmeyip fazladan bir orta saha oyuncusuyla oyunu kilitlemeleri gerekiyor. Bu oyuncu geride kalan maçlarda mevkisi dışında oynadığı için kötü performans sergilemiş olsa da maç kondisyonu olan Mehmet Topuz olabilir. Topuz'dan doğan sağ bek boşluğunda Bekir'den başka alternatif yok gibi görünüyor. Walcott - Sagna ikilisine önlem almak için sol kanada en uygun isim Caner Erkin. En uçtaysa Mertesacker'in ağırlığından en iyi istifade edebilecek, top saklayıp takımı rahatlatacak ve en temiz gol vuruşuna sahip ayak olan Sow oynamalı. 


Topal ve Meireles'in sakat olduğu için katılmadığı Fenerbahçe kadrosu



Bu dizilişle Fenerbahçe geçen sezon UEFA'da finalin kapısına kadar gitmesini sağlayan sakin pas oyununu uygulamalı ve Wilshere, Cazorla, Rosicky'nin deliciliğini asgariye indirmelidir. Yaşının etkisiyle temposunu yitirmeye başlayan Emre'nin performansı Fenerbahçe için en belirleyici faktör olacak gibi gözüküyor. Alper dikine oynama yeteneği rakibi oynatmama özelliğinden daha ağır bastığı için Mehmet Topal ve Meireles'in görevini Mehmet Topuz kadar iyi yerine getiremez ama Emre'nin alternatifi olabilir.

Maç uzun süre golsüz gider ya da Arsenal öne geçerse Fenerbahçe geriyi üçlü bırakıp Bekir'in yerine oyuna alacağı bir hücumcuyla daha ofansif oynayabilir. Kadlec'in stoper özellikli bir bek olması, Caner'in 3-5-2 ye yatkınlığı ve Kuyt'ın insan üstü çaba sarfetmeyi hayat amacı edinmiş bir örnek olması iki forvet üç defanslı dizilişte Fenerbahçe'nin çok uyumsuzluk çekmeyeceğini düşündürtüyor bana.

Öyle görünüyor ki yabancı kontenjanı uğruna Krasic yerine imzalı hareketi kanattan içeri katetip stoperleri pozisyon değiştirmeye zorlayan sürat patlaması Stoch'u göndermek kontraatak ve kanat savunmasında zaaflar yaşayan Arsenal karşısında Fenerbahçe'nin ciddi bir strateji hatası olarak kendini hissettirecek.

Temsilcimize başarılar.



Sunday, August 18, 2013

Top sizde ama oynamayı bilmiyorsunuz

Dünkü Konyaspor Fenerbahçe maçından sonra Kanaltürk'teki Top Bizde'yi izledim. Programda öylesine (beklenmedik diyemeyeceğim) bir rezillik yaşandı ki...yazayım dedim.

Programda bir saat kadar maçla ilgili yorumlar yapıldı, maç öncesi / sonrası röportajlar yayınlandı. Sergen'in her zamanki gibi birbirinden iddaalı söylemlerde bulunduğu bu süre boyunca da alt yazıyla şu duyuru yapılıyordu:

"Önder Özen'den Sergen Yalçın'a tarihi çağrı (!)"


Ben de büyük bir iyimserlikle olmasa da programın bu kısmını bekledim. Belli ki programın süresini doldurmak için Sergen'in teknik(!) analizlerinden daha önemli bir malzemesi vardı Bülent Ülgen'in.

Fenerbahçe bölümü tamamlandı ve bahsi geçen tarihi çağrıya geldi sıra. Önce giriş cümlesi "Beşiktaş'ta Önder Özen ikilemi" olan iki kısımlı bir bant yayınlandı. İlk kısmı ekrandayken alt başlık olarak "Önder Özen'in kaptanlık çelişkisi" tercih edilmişti. 


Bu giriş cümlesini takiben Önder Özen'in birbiriyle çeliştiği söylenen beyanatları yerine İbrahim Toraman'ın kontratının sona erdiği yaz başında (bu yaz) takımı gençleştirme adına kontratının yenilenmesine Özen'in sıcak bakmadığını ima eden bir demeci ikinci ağızdan yayınlandı. Bu demeç "Önder Özen'in geçtiğimiz hafta bir gazeteye verdiği özel röportajda İbrahim Toraman'ı hedef alarak" tanımıyla aktarıldı. Kanaltürk bahsi geçen röportajın hangi gazetede olduğunu belki de yayıncılık anlayışlarının rezilliği ortaya çıkmasın diye açıklamamayı tercih etmişti. Buradan röportajın tamamına ulaşabilirsiniz. At gözlüklü ya da art niyetli olmayan herhangi bir insan evladının görebileceği gibi röportajın Toraman ile ilgili kısmında bir hedef alma söz konusu değildir. Önder Özen İbrahim Toraman'a takımda kalmasını istemediğini kendisi söyleyecek kadar delikanlı bir adamdır. Kaptanlık almak vermek gibi ucuz bir kompleks içinde olmadığı da kendi beyanatıyla sabittir.

Bunun ardından "İşte o Önder Özen"in tıpkı Hürriyet'e verdiği röportajda söylediği gibi kaptanlığı Toraman'dan almasının söz konusu olmadığını ifade ettiği bir röportaj ekrana geldi. Ortada hiçbir çelişki yoktu benim görebildiğim kadarıyla.



Bülent Ülgen ve ekibinin yayıncılık anlayışı için bu yeterli bir kepazelik değildi. O yüzden  daha da çirkinleşmeyi seçerek şu alt başlıkla rezaletin ikinci perdesine geçtiler:



Resmini gördüğünüz bu basın açıklamasında Önder Özen transfer yapmanın zorluğundan, buna rağmen yapılan transferlerden memnun olduğundan, Ronaldinho'nun sadece bir futbolcu değil aynı zamanda bilet ve kombine sattıran bir marka olduğundan, hem Fikret Orman hem de Bilic'in Fernandes'in kalmasını istediğinden ve bu sebeple bir an önce sözleşmesinin uzatılmasının gerektiğinden bahsetti. Bundan sonra, basında kendi hakkında çıkan birçok asılsız ve yıpratıcı haberle ilgili olarak, bu bantı bu şekilde yayınlayanların aksine, düzgün ve samimi bir insan olduğu için, "basınla ilişkilerimdeki kopukluk belki de benden kaynaklanıyordur, özür dilerim" diye özetlenebilecek insancıl ve mütevazi bir ifade kullandı.

Malesef rezillik burada da bitmedi.  Bülent Ülgen bantın ardından Alper Üstündağ aracılığıyla Beşiktaş yönetimine Önder Özen ile bir röportaj yapmak istediklerini ilettiklerini, ancak kulüpten Ülgen'in ismini vermek istemediği bir yöneticiden Önder Özen'in "röportajı yapmaya Sergen gelsin" dediğini öğrendiklerini anlattı. Daha sonra da top büyük ustad Sergen'e atıldı. Sergen de kendisinden beklendiği gibi tarif edilemez bir ego patlaması yaşayarak Önder Özen'e "sen kim oluyorsun da beni röportaja çağırıyorsun" olarak özetlenebilecek bir veryansın etti. Sergen'in tesislerdeki kupa fotoğraflarında kimin olduğunu retorik bir şekilde sormasının abzürdlüğü bir yana, ben Önder Özen'in böyle bir lafı ciddi olarak söylemedeğinden bayağı eminim. "Olsa olsa Sergen gelsin bari de iki muhabbet edelim" demek istemiştir. Bu olayı Kanaltürk'e anlatan yönetici tahrik amaçlı bir tabir mi kullandı yoksa Bülent Ülgen mi olayı kendince yorumladı onu bilmiyorum. Ama ikisi de eşit derecede zavallı olasılıklar.

Kendime "bu kadar da olmaz..yuh lan" derken de Sergen alışılmış üslubuyla Önder Özen'e ayaklarını yere basması gibi ironik bir telkinde bulundu. Sergen'in kendisinden başka bir insanın geçerli ya da geçersiz sebeplerle Beşiktaş'ta değer görmesine, sevilmesine tahammül edememesi yeni birşey değil. Ama bunu Quaresma, Guti, Fernandes ya da bir başka futbolcudan farklı olarak takımın uzun vadeli varlığını güvence altına almayı ve ezeli rakipleriyle mücadelesinde elini güçlendirmeyi amaç edinmiş bir insana karşı yapması kendi seviyesini ortaya koydu. Keşke kendine Beşiktaşlı deyip Özen'e savaş ilan etmiş bir tek Sergen olsa.

Bilgin Gökberk'e programın bu bölümü boyunca Önder Özen'i hakettiği biçimde anlattığı ve iki ego dağının arasında görüşüne sahip çıktığı için tebrikler. 

Son sözüm de adaşıma. Top sizde evet ama oynamasını bilmiyorsunuz.




Friday, August 16, 2013

Kusura bakma Reis

Ligin ilk maçına saatler kaldı. Son günlerde Beşiktaş medyasının gündemini Beşiktaşlılar'ın da zihnini en çok meşgul eden konu Fernandes'in takımda kalıp kalmayacağı. Aslında kontratının önümüzdeki yaz biteceğini kimse yeni öğrenmedi ama geçtiğimiz sezon itibariyle kendisi ve kulüp arasında bir bağ oluştuğunu hisseden ve geçen sezonun aksine idmanlarda gülümsemeye şakalaşmaya başladığını duyan pek çok romantik Fernandes'in şimdiye kadar çoktan sözleşme uzatmasını bekliyordu. 

Nasıl olur da Trabzon maçına üç gün kala takımın en iyi oyuncusunun akıbeti belli olmaz?

Bu konuda bana en mantıklı gelen teori Ali Ece'nin geçtiğimiz hafta Futbol Keyfi'nde öne sürdüğü Jorge Mendes kuntizliği teorisi. Ona göre Önder Özen Fernandes ile Avusturya kampında konuşmuş ve takımda kalmak istediğini öğrenmişti. (Önder Özen aynı programa bugün telefonla katılıp işin bu kısmını doğruladı.) Ancak Özen'in görev tanımı gerekçesiyle para konuşulmadı ve Ferdi imza konusunda söz vermedi. Bu konuşma esnasında tatilde olan Mendes'in dönmesiyle olayın rengi değişti ve Fernandes kendisine gelen teklifler kozunu kullanarak bence haketmediği bir maaş ve imza parası istemeye başladı. (Neden haketmediğini düşündüğümü açıklayacağım.) Son yazılanlara göre bir uzlaşma sağlanması çok yakın ve Fernandes'e 3 milyon Euro'dan 3 yıllık sözleşme teklif edilecek. Talipleri olduğuna olan inancı sarsılmayan Ferdi bir de "X miktar bonservis veren çıkarsa kulüp oyuncuyu bırakır" maddesi koydurmak istiyormuş.

Burada çoğumuz birşeyi farketmiyoruz. Fernandes'in Beşiktaş'a Beşiktaş'ın Fernandes'e olduğundan daha fazla ihtiyacı var...

Manuel Fernandes Beşiktaş'a 2010/11 sezonunun devre arasında Simao ve Almeida'yı içeren transfer paketinin bilinmeyen oyuncusu olarak kiralanmıştı. Havaalanında çekilen toplu fotoğrafı gören çoğu kimse - ben de dahil - Wesley Snipes'a benzettiğim bu adamın 2007/08 sezonu başında Valencia'ya 18 milyon Euro'ya transfer olduğunu ancak daha sonra La Liga'daki ilk yılı hariç ne İspanya'da ne de İngiltere'de dikiş tutturabildiğini (sebepleri tartışılır) fotoğrafı içeren haberi okuyunca öğrendi.

"10 gol iyi olur 15 gol çok iyi" diyip 4 gole fit olan hangisiydi hatırladınız mı?


2010/11 sezonunun ilk yarısında Valencia'da bulduğu forma şansının (ligde 485 dk) neredeyse iki katını Beşiktaş'ta buldu ve çoğunlukla Ernst'in partneri olarak orta sahadan ileri top dağıtan oyuncu olarak kullanıldı (ki doğal pozisyonu bu olsa da sonraki sezonlarda bu pozisyonda oynatılmadı). Yeni takımında iyi bir alışma dönemi geçirdi ve Türkiye liginin sertliğini, çalınmayan faullerini fazla dert etmedi. İlk döneminden akıllarda kalan en önemli özelliği arkadan çekildiği zaman topu sürmeye devam etmek istemesiydi. Türkiye Kupası'nın kazanılmasında önemli katkıda bulundu. Özellikle final maçında yaptığı iki asist ve seri penaltılarda sıra kendine geldiğinde doksana kestiği şutla...Performansıyla Simao ve Almeida'dan daha çok ön plana çıktı ve bonservisi 2 milyon Euro civarında bir ücretle satın alındı. (Bunun Serdal Adalı'nın başarısı olduğu söylenir. Kulübe çok yakın olmadığım için ne kadar doğru bilmiyorum.)

11/12 sezonunda sakat ya da cezalı olmadığı maçların hemen hepsinde 90 dakika forma giydi. Teknik direktör lisansına sahip olmak dışında Beşiktaş teknik direktörü olmayı asla haketmeyen Carvalhal'ın sürekli değişen diziliş ve 11 lerinde Cenk ile birlikte en çok forma giyen oyuncu oldu. Bir önceki sezon aslında Istanbul'a tatil yapmaya geldiği anlaşılmasın diye maçlarda Ersan ve Toraman'ın önünde top alıp uzun yatay paslar atan Guti Hazretleri maçlara çıkmaya dahi tenezzül etmeyince Aurelio/Necip/Ernst/Veli'den ikisinin önünde 3. bölgeye yakın orta saha oyuncusu olarak oynadı. Bir önceki sezon performansının (20 maç / 3 gol / 5 asist) üstüne koyarak  (38 maç / 7 gol / 16 asist) Türkiye standartlarının fazlasıyla üstünde bir orta saha oyuncusu olduğunu kanıtladı, takımın Almeida'dan sonra gelen skoreri oldu ve taraftardan Reis ünvanını kazandı. Beşiktaş'ın yakın dönemdeki hatrı sayılır tek Avrupa macerasında takımı asistleriyle sırtalsa da savunmaya nerdeyse Quaresma kadar katkı yapması, ligdeki Istanbul derbilerinin hepsini kaçırması, play-off denen TFF rezilliğindeki maçların hiçbirinde varlık gösterememesi ve sezonun son maçından önce ağrılarını bahane ederek Portekiz'e gitmesi bel bağlanacak bir lider olmadığına dair derin bir kuşku uyandırdı. 


Beşiktaş 2011/12


Yeni sezon öncesi alacaklarının ödenmemesinden ötürü sözleşmesini feshedebileceği ve Avrupa'da taliplerinin olduğu söylentileri Beşiktaş taraftarlarını ardı arkası gelmeyen bir "Sen şunu yap biz şunu yapalım" tweetleri furyasına sürükledi. Ancak Portekiz'in 2012 Avrupa Şampiyonası kadrosuna davet edilmediği için olduğu iddaa edilen takipçilerinin gözüne girme imkanı bulamadı ve takımda kaldı. Bu yaz döneminde Fikret Orman bence çok büyük bir hata yaparak niyeti takımdan ayrılmak olduğu belli olan, sözleşmesinde iki yıl kalan ve ligde zaten iddaası olmayan Beşiktaş'ı cezası sebebiyle Avrupa'da bir yere getirme imkanı olmayan Fernandes'i satmadı. 

Büyük antrenör Samet Aybaba 12/13 sezonunda Oğuzhan'ı çok az, Muhammed'i bahsi edilmeyecek kadar az oynatarak takımın hücum organizasyonundaki ipleri Fernandes'e verdi. Reis ise zaman zaman büyüleyici icraatlara imza atsa da performansına dair şu gerçekleri göz ardı edemeyiz:


  • Takım savunmasına önceki senelerden daha az katkıda bulunmakla kalmadı, kendisine verilen sonsuz serbestliğin etkisiyle çok fazla top ezdi ve atak harcadı.
  • Önceki yılki lig istatistiklerine sadece 1 maç 2 gol ve 2 asist ekleyebildi (Avrupa cezası nedeniyle sadece lig karşılaştırması yapabiliriz.) Kendisiyle aynı mevkide (ve asıl pozisyonunda) kullanılan Batalla ise ligi 33 maç 15 gol ve 17 asistle tamamlayarak ligin bana kalırsa Melo ve Selçuk ile birlikte en iyi orta saha oyuncusu oldu.
  • Yalnızca hücumdan sorumlu olmasına rağmen ve kısmen asıl mevkisi arkadan oyun kuran orta saha olduğu için ceza sahasında topla buluşma sayısında ligin ilk 10 oyuncusundan biri olamadığı gibi takım içinde de bu alanda Olcay'ın gerisinde kaldı.
  • İnönü'deki Fenerbahçe ve Antalya'daki Antalyaspor maçları haricinde zorluk derecesi yüksek hiçbir maçta takımını sırtlayamadı. 
  • Asistlerinin çoğu duran toplardan geldi.
  • Devre arası kampını ve sezonun son iki maçını kart cezası ve sakatlık bahanesiyle "kaçırdı".
Birkaç saat sonra başlayacak sezona gelirsek...Hem takımdaki kadro ve oyun anlayışı değişiklikleri hem de rakiplerin sezon öncesi icraatları Fernandes'i daha da az elzem bir hale getiriyor. Şöyle ki:

  • Slaven Bilic öncelikle takıma gol yememeyi öğretmeyi amaçlıyor. Hedefi 34 maçta 49 gol yememek olan, yabancı sol bek kiralanacağı varsayılarak savunması 3 yeni oyuncudan kurulacak bir takımı bu hedefinden en çok uzaklaştıracak oyuncu ofansif orta saha olarak oynatılacak bir Fernandes'tir.
  • Hazırlık maçlarının skorları çok önemli olmasa da oyuncuların ne yaptıkları geleceğe dair bir fikir verir. Muhammed (kendisi Fernandes'in pozisyonundaki alternatiftir) hazırlık maçlarının en çok dakika alan ve skor katkısı yapan oyuncusu olurken Fernandes önünden geçen Simurq'lu oyunculara göstermelik de olsa engel olmuyordu. 
  • Hutchinson gibi PSV'de 3 sezonda 80 maç yapmış, oyunun iki yönünü de çok iyi oynayabilen ve takımın dengesini artıran bir oyuncu alındı.
  • Kadroda Muhammed'in yanı sıra Fernandes'in işlerini çok daha büyük bir iştah ve benzer bir kapasiteyle yapabilecek Oğuzhan var.
  • Galatasaray kadrosunu korudu, Melo'yu bağladı, savunmasını güçlendirdi ve büyük ihtimalle çok iyi en az bir transfer daha yapacak. Fenerbahçe Alex'sizlik sendromunun sancılı dönemini atlattı, Aykut'tan kurtuldu, Emenike'yi ve transfer piyasasının en iyi Türk oyuncusunu aldı. Bunların yanında Beşiktaş'i aşağıdan zorlaması beklenen Trabzonspor ve Kayserispor güçlendi. Yani Beşiktaş'tan bu sezon beklenen Trabzon, Bursa, Kayseri, Eskişehir'e puan kayıplarını asgariye indirmesi ve Fener ile ikincilik için yarışması. Bundan fazlasını beklemek hayalperestlik vaad etmek de hikaye anlatmak olur.
13/14 sezonunun Ferdi'siz kadrosu


Ben bu durumda Fernandes'in istediği rakamları haketmediğini, kendisine teklif edilen 2.75m Euro'yu net kazanmak için alması gereken maaşı Rus takımları hariç kimsenin ona vermeyeceğini (ki Rusya'ya gitmek istemediği yazıldı), Beşiktaş'ın bu seneki hedefleri için çok da gerekli olmadığını ve sözleşme davasının sadece sezon sonu serbest kalabilmek ve FB/GS'den birine daha yüksek ücretle gidebilmek şansını yakalaması için Mendes tarafından düzülmüş bir plan dahilinde bu kadar yokuşa sürüldüğünü düşünüyorum. 

Bugün satılmasından kimse karlı çıkmayacak. Mendes hariç. Transfermarkt değerini 14m Euro olarak takdir ediyor ama kimse sözleşmesinin bitmesine 10 ay kalmış adama bu parayı vermez. Ancak efendi gibi sözleşmesini Beşiktaş'ın önerdiği rakamdan uzatıp, performansını artırıp, Muhammed'e Oğuzhan'a birşeyler katıp, piyasasını (varsa gerçekten) genişletip Beşiktaş'a da para kazandıracak bir şekilde ayrılma imkanı da elinde. 

O yüzden kusura bakma Reis. Sezon sonu serbest kalıp rakiplere gidersen ihanet etmiş olursun, Avrupa'da iddaasız bir takıma gidersen de bugün istediğin parayı kimse sana vermez. Aklını başına topla, doğru kararı ver ve şu golden birkaç tane daha atmaya bak...