Saturday, April 25, 2020

Futbol ile ilgili kimsenin bir türlü söyleyemediği gerçek

Patlaması kaçınılmaz bir balonla, güneşe fazla yaklaşan Icarus misali yükseldiğimizi futbolun her düzeyindeki yöneticiler ile birlikte biz izleyiciler de uzun süre görmezden geldik. Şimdi bir pandemi çoktan fark etmiş olmamız gereken bir gerçeği yüzümüze vurmaya çalışıyor. Ancak inkar kudretimiz buna da direnecek gibi duruyor. Simon Burnton The Guardian'daki 25 Nisan 2020 tarihli yazısında, İngiliz futboluna dair bir hadiseyi açıklamak için de olsa, futbolun her karışına ışık tutacak güce sahip bir tespitte bulunmuş:

"Residents of cities around the world are reporting that the reduction in pollution during lockdowns has allowed them to see clearly for the first time in years [...] But the situation facing football is precisely the opposite: deprived of the action that once entertained us, now all we can see is the pollution that surrounds it."

Türkçe olarak diyor ki:

"Dünyadaki farklı şehirlerin sakinleri, eve kapanmaların sonucu olarak azalan hava kirliliği sayesinde yıllardır olmadığı kadar net görebildiklerini ifade ediyor [...] Ama futbolun yüzleştiği durum bunun tam zıttı: futbolun aksiyonundan mahrum kalan bizlerin şimdi görebildiği tek şey onu çevreleyen kirlilik."

Luis Figo içinde olduğumuz milenyumun başında 62 milyon Euro karşılığında Barcelona'dan baş düşman Real Madrid'e transfer olmuştu. İhanete uğradıklarını hisseden Barça taraftarları öfkeli parmaklarını Portekizli'ye yöneltirken, alt tarafı bir futbolcuya farklı renk forma giydirmek için harcanan miktarların başını alıp gidiyor olmasının gelecek için teşkil ettiği tehlike büyük ölçüde göz ardı edilmişti.  Aradan geçen 20 yılda 100 milyon Euro'luk transfer bedeli barajının, ilki 2013'te Gareth Bale ile olmak üzere, 10 defa aşıldığına tanıklık ettik. Ve nihayet 2017'de Paris St. Germain, "bu da yetmez" diyen futbol endüstrisinin açgözlülüğüne Neymar'ı 222 milyon Euro saçarak Katalonya'dan Fransa'nın başkentine getirerek karşılık verdi. 

Kulüpler arasında gidip gelen miktarların bir o kadarı da maaş, imza ücreti ve performans bonusu olarak oyuncuların banka hesaplarına yatırıldı. Bu hoyratlığın önüne geçmeyi çok ama çok geç akıl eden UEFA ve FIFA, en az futbolun dibini dinamitleyen transferleri yapan kulüp yöneticileri ile onların icraatlarının sahadaki tezahürünü çılgınca alkışlayan kitleler kadar suçluydular. Sakın "taraftarlara niye bulaşıyorsun?" demeyin. Çeyrek asrı aşkın süredir endüstriyel futbolun etik değerleri ve mali dengeleri hiçe sayan sorumsuzluğunu, yayın aboneliği, maç bileti, lisanslı ürün vs. satın alarak destekleyen bizler, hayvanların maruz kaldığı acınası koşulları görmezden gelen sirk izleyicilerinden ya da hayatı pahasına dövüşen gladyatörleri yargılayan antik kalabalıklardan çok da farklı değiliz.

Ülkemizde aynı çeyrek asır içinde yaşanmış en ciddi sırt çevirme örneğini hatırlayalım. Temmuz 2011 süreciyle kirlenen futbol ortamından tiksinmeye başlayan Fenerbahçe taraftarı, efsane kaptan Alex de Souza'nın kulüpten aforoz ederek uzaklaştırılmasını, haklı olarak sindirememiş ve yeşil sahalara olan ilgisini iyiden iyiye yitirmişti. Peki herhangi bir kulübün taraftarının "İsmi Pepe de olsa, van Persie de, Falcao da... Veteranlara para saçmanız kabak tadı verdi; biz genç oyuncu izlemenin heyecanına açız" dediğini gördünüz mü? Bu ülkede Yıldırım Demirören bile sadece para harcayarak taraftarını mest etmeyi başarmamış mıydı? Avrupa'nın en yaşlı ligi olma yarışındaki iddiamıza tanıklık etmek için tribünleri eskisine oranla daha da doldurmaya başlamadık mı?

Örneğin Abdurrahim Albayrak'ın 19 Nisan 2020'de CNNTürk'te yaptığı açıklamalarındaki utanmazlık ve sorumsuzluğunun arkasında bu soruların yanıtını bilmesi yatıyor. Yayıncı kuruluştan akan şişirilmiş meblağlar ve bankalardan alınan borçlar dışında elle tutulur tek bir gelir kalemi yaratmamış olmaktan hiç bir gocunma duymayan bu yönetici profili, ödenmesi imkansız maaşlara işaret edip, oyunculardan fedakarlık talep ederken, amatör branşların kapanması gerektiğini dile getirirken kuş gibi rahat... Gazı kaçmış kolalara oda dolusu paralar vaat ederken, bir gün şu veya bu sebepten ötürü, hiç hak etmeden kondukları maddi kaynaklardan mahrum kalacaklarını öngörememenin suçluluğunu hissetmiyorlar. 

Unutmamak gerekir ki, mevcut düzenin tek kazananı en tepedekiler... Yani çarkı döndüren paranın sahipleri ve o paranın oluşturduğu pastadan dilim koparabilenler. Ve bu düzene direnmekte kulüp yöneticileri ve ülke federasyonları kadar UEFA ve FIFA gibi örgütler de sınıfta kalmıştır. Bunun son örneği UEFA'nın 23 Nisan 2020 tarihli açıklamasıdır. Avrupa futbolunun en üst düzey örgütünün, kamu sağlığı uzmanları ve bilim adamlarının görüşlerine başvurduklarını ifade etme ihtiyacı duymadan, ülke federasyonlarına Ağustos'a kadar liglerini tamamlamalarını "tavsiye etmesinin" futbolun önemiyle açıklanacak bir yanı yoktur. Yaz aylarında gündüz sıcaklık ortalamasının 30 dereceyi aştığı onlarca şehrin bulunduğu ve Covid-19 salgınıyla hala mücadele eden bir kıtada, böyle bir emrivakide bulunulması ancak ve ancak kendini tüketmeye başlamış bir ekonomiyi ayakta tutma çabalarıyla açıklanabilir. 

Uğur Meleke'nin 28 Mart 2020 tarihli yazısında değindiği 2019-21 sezonu fikri son derece mantıklı olmasına rağmen, çarkı döndürenlerin en korktuğu ve itinayla uzakta durmaya çalıştığı fikirdir herhalde. Düşünsenize....Alt tarafı sporcuların, antrenörlerin, malzemeciden stat görevlisine kadar müsabakaların oynanmasını mümkün kılan tüm yardımcı birimlerin ve patronları tarafından olan biteni yerinden takip etmek zorunda bırakılacak gazetecilerin sağlığı gözetilecek diye, koskoca bir sezon bütün gelirleriyle yok olup gidecek. "Hadi oradan!" Mehmet Muharrem Kasapoğlu, Nihat Özdemir ve Mehmet Serpil'in katıldığı toplantıdan Haziran ortasında Türkiye'deki lig ve kupa maçlarının tamamlanmaya başlaması gibi bir fikrin çıkmasının arkasında işte bu açgözlülük ve sorumsuzluk vardır. 

Bu toplantıya çağrılmayan Türkiye Profesyonel Futbolcular Derneği denen örgüte bakınca işin garip bir yanını daha görmek mümkün. Başkanlığını Hakan Ünsal'ın yaptığı dernek üyeleri arasında bir adet aktif profesyonel futbolcu dahi yok. Hepsi emekli! (Bir Galatasaray çalışanı olan Ümit Davala ile yayıncı kuruluşta çalışan Tümer Metin'in bu dernekte olması da izahı olmayan hadiseler; ama bu yazının bağlamının dışında kalıyorlar.) Kısacası Türkiye'deki faal futbolcuların, kendi sağlıklarını gözetecek bir resmi örgütü olmadığı gibi, amaçlarından birincisi olarak "profesyonel futbolcuların her türlü hak ve menfaatini koruma[yı]" gösteren derneğin fikrini soran da yok. Bu durum meydanı Burak Yılmaz gibi, 15 Mart'ta yaptığı sorumsuz açıklamalardan geri adım atmaya niyeti olmayanlara bırakmış olsa da, Ömer Bayram gibi içgörü ve anlayış sahibi milli oyuncularımızın varlığı bir nebze sevindirici. 

Benim tek temennim şu: Olur da lig ve kupa müsabakalarının kalanlarını salgına ve kavurucu sıcaklara rağmen tamamlamaya karar verirsek bundan ötürü can kaybı yaşanmaması. Bunu sadece futbolun içindeki ya da etrafındaki canlarla sınırlı sanmayın. Sid Lowe'un 23 Nisan 2020'deki yazısı gösteriyor ki, Mayıs ya da Haziran'da dönüş hazırlıkları içinde olan La Liga yetkilileri, yalnızca antrenmanların başlaması için her oyuncuya üç test yapılması gibi kapsamlı ve masraflı adımları olan bir plan yapmış. Test kitlerinin ve onları kullanma yetisine sahip olanların sonsuz olmadığını, bu imkan ve kişilerin neticede bir oyunun sürmesi uğruna seferber edilmesinin, onlara gerçekten ihtiyaç duyanları mahrum bırakma ihtimali olduğunu unutmamalıyız. 

Futbolu yönetenler belki bin bir dereden su getirip çarçur edilen milyarların hesabını vermeye kalkışabilir. Belki gün gelir, parayı sporun ve sporcu sağlığının önüne koyduklarının itirafında bile bulunabilirler. Ama yüzlerce, binlerce test kiti ve sağlık çalışanını bir takım maddi çıkarlar uğruna "kilitleyip" başkalarının sağlığını ve canını riske atmanın hesabını asla veremezler. Tarih, bu zorbalığa karşı tavrını belli edenleri, etmeyenlerden ayıracak ve unutmayacaktır. 


No comments:

Post a Comment