Saturday, April 18, 2020

Süper Lig'de pres şiddeti ile verilen pozisyon ilişkileri

28 Eylül 2019'da Paul Riley'nin (@footballfactman) kişisel blogu differentgame'de yayınladığı bir makaleden esinlenerek, ligimizdeki takımların pres şiddeti ile rakiplerine verdikleri pozisyon kalitesini inceledim. 

İncelemedeki parametreleri ve bazı zaaflarını tanımlayacak olursak... 

Pres şiddetini PPDA metriği üzerinden okuyorum. PPDA, passes allowed per defensive action, yani savunma hamlesi başına izin verilen pas sayısı demek. Bunu, takımların bir topa müdahale veya ikili mücadele girişimi başlatmadan önce rakiplerinin kaç pas yapmasına izin verdiği olarak algılayabiliriz. Bildiğim kadarıyla bu metriğin mucidi Colin Trainor (@colintrainor); benim bu metrik ile ilk tanışmam kendisinin kaleme aldığı Temmuz 2014 tarihli şu StatsBomb makalesiyle olmuştu. 

Makalede anlatıldığı gibi, PPDA'yı rakibe önde basmaya denk getirmek için, kaleye 40 metre kala, 50 metre kala gibi parametreleri dahil etmek gerek. Verilerimi aldığım WyScout'ta böyle bir ayrım olmadığı için, salt PPDA'nın bu kavrama olabildiğince denk geldiğini varsaymak durumundayım. Kaldı ki, bu çok kötü bir varsayım olmayabilir. Takımlar top kazanımlarını, dolayısıyla da topu kazandıktan sonraki ilk paslarını ağırlıklı olarak kendi kalelerine yakın bölgelerde yapıyor olabilirler. Bu mantığa göre, rakibine daha az pastan sonra baskı uygulayan takımlar da, daha önde baskıya başlamış olmalıdırlar. 

Rakiplere verilen pozisyon kalitesine gelince, burada daha tanıdık bir metrik olan xG against (xGA), yani rakip şut xG'si kullanılıyor. Buradaki mantığı açıklamanın fazla lüzumu yok. Toplam xGA ile şut başına xGA'yı iki ayrı kalem olarak ele almak esas. Çünkü biri (xGA) rakiplerin şut hacmini tanımlarken, diğeri (xGA/şut) verilen pozisyonların ortalama tehlikesine denk geliyor. WyScout'un xG değerlerini şut şut incelemiş biri olarak, bazı değerlerin hiç güvenilir olmadığını söyleyebilirim. Ancak toplam xG değerleri Opta gibi bana kalırsa daha güvenilir kaynaklardan %5 civarı bir fark gösteriyor. Bu da dünyanın sonu sayılmaz. 

Analizimin açıklama gücünü Paul Riley'ninkine göre azaltan esas faktör ise, kullandığım xG verisinin akan oyun kırılımının olmaması. Dikkat ederseniz, Riley analizine yalnızca akan oyun şutlarından üretilen xG'yi dahil etmiş. Pres şiddetinin rakiplerin şutlarına olan tesirinde bu oldukça önemli bir ayrım; zira duran toplardan üretilen şutlarda PPDA'nın bir önemi olduğunu söylemek çok güç. Malesef benim analizimdeki xG'ye penaltılar ve duran toplardan gelen şutlar da dahil. Şimdilik bunların önemsenmeyecek kadar az fark yarattığını varsayıyorum, ancak bunun PPDA varsayımıma göre çok daha iddialı bir varsayım olduğunun farkındayım.

Dikey eksende takımların ne kadar önde bastığını, yatay eksende de rakiplerin şut kalitelerini görüyoruz. Sarı çizgiler lig ortalamalarıdır. Resimlerin üzerine tıklayarak tam ekranda görebilirsiniz. Öncelikle xGA toplamlarına bakalım:





Bu tabloya göre ligin en agresif pres uygulayan takımlarından Yeni Malatyaspor haricindekiler, rakiplerine toplamda fazla xG imkanı tanımamış. Fenerbahçe rakiplerine direnç görmeden en az pas yapma imkanı veren ve kalesinde en düşük toplam xG'yi görmüş takım. Ancak rakip şutu başına xG'leri incelediğimiz zaman epey farklı bir durum ortaya çıkıyor. Kovulmasına giden süreç boyunca, pek çok veride ligin en iyi takımı olduklarını ifade eden Ersun Yanal'ın gözünden kaçan bir detay da burada yatıyor olabilir:




Rakiplerine en önde basan takım olan Fenerbahçe, şut başına verilen xG'de ligin en yüksek sekizinci değerine sahip. Emre Belözoğlu ve Luiz Gustavo'ya emanet edilmiş 35.5 yaş ortalamalı orta sahasının ön alan baskısına müsait olmayışı kadar, Zanka ve Jailson gibi atletik olmayan stoperleri ve devşirilmiş bekleri Fenerbahçe'nin bu konumundaki en belirgin faktörlerdi. Sarı-lacivertlilerin, "büyük takım oyunu", "güçlü iç saha performansı" gibi klişeleşmiş kavramların, eldeki malzemeden bağımsız olarak tribünleri mesut edecek şekilde icra edilmesinin faturasını ödediği çıkarımına varmak kaçınılmaz gözüküyor. Bu çıkarım aynı zamanda, Altay Bayındır'ın kalesine gelen ilk şutlardaki performansını beğenmeyenlerin de çoğunlukla ıskaladığı bir Fenerbahçe zaafına işaret ediyor. 

Benzer faturayı Beşiktaş'ın da ödediğini görüyoruz. Ağır ve temas sevmeyen Victor Ruiz'i ligin en ofansif sol bekinin stoper partneri yapmanın çok sakat bir fikir olduğuna 2019 yazındaki Ruiz analizimde değinmiştim. Bilhsassa Vodafone Park'taki maçlarda, rakiplerin topu kazanır kazanmaz Caner-Ruiz bölgesine saldırmaları alışılagelmiş bir senaryoydu. Gene oldukça ofansif bir bek olan, ancak Caner'e göre çok daha yüksek savunma sorumluluğu ve kabiliyetine sahip Gökhan Gönül'ün partneri Vida'nın ise, ligin ikili mücadele konusundaki en kötü stoperlerinden olduğuna sezon boyunca dikkat çekmeye çalışmıştım. Avcı dönemindeki birkaç maç hariç (örneğin ilk yarıdaki Alanyaspor maçının bilhassa ikinci 45 dakikası), Beşiktaş'ın bu zaafını asgariye indirecek bir strateji benimsediğini söyleyemeyiz.
Sergen Yalçın'ın, Yeni Malatyaspor'da yaptıkları üzerinden Beşiktaş teknik direktörü olmayı fazlasıyla hak ettiği benim pek anlam veremediğim bir görüştü. Donald ve Acquah gibi son derece geçirgen ve, zaman zaman stoperde de kullanılan Robin Yalçın gibi ağır orta saha oyuncularından kurulu takımın yüksek ön alan baskısıyla oynamasının mantıkla izah edilir bir tarafı yoktu. Sanırım, Yalçın dönemindeki 14 Yeni Malatyaspor maçında 46 gol izleme fırsatı bulanlar, maçları Süper Lig ortalamasının (maç başına 2.8 gol) yaklaşık %20 üstünde gol vaat eden takımı fazla iyimser bir pencereden değerlendirdiler. Halbuki Yalçın döneminin en makul performanslarından biri Vodafone Park'ta 80 dakika geride bekleyerek alınan 2-0'lık galibiyetti. Ocak 2020'ye kadar süren Yeni Malatyaspor "başarısının" taktik ve stratejiden çok, başta Guilherme'ninki olmak üzere bireysel performanslara bağlı olduğunu düşünüyorum.

Beşiktaşlılar, Rizespor maçıyla daha önde basmaya başlayan bir takım gördüklerinde çok sevinmiş, "üstümüzden ölü toprağı kalktı" tarzında yorumlar yapmıştı. Buna rağmen Yalçın'ın gelişinden sonra da Ruiz-Vida ikilisi bedel ödetmeye devam etti ve, Başakşehir deplasmanı ile Trabzonspor maçları anımsanacak olursa, takım az olsa da öz pozisyonlar verdi. Atiba Hutchinson gibi ligin elit box-to-box orta saha oyuncularından birine sahip olmasa, Beşiktaş bu zaafının faturasını çok daha ağır ödemek zorunda kalabilirdi. 

Bu bağlamda Galatasaray'ın ligin ikinci devresindeki ivmesinin en azından bir kısmını Nzonzi - Lemina farkına atfetmek gerek. Lemina ilk 17 maçta toplam sürenin yalnızca %52'sinde sahada olabilmiş, Nzonzi ise Fatih Terim ile çatışmasına kadarki 14 maçın 10'unda 90 dakika süre almıştı. Ocak 2020'den itibaren Lemina toplam sürenin %77'sinde sahadaydı; kaçırdığı maçlar da Terim'in tercihleri değil, kart cezası ve sakatlık sebebiyleydi. Ligin ilk yarısında 10 defa rakiplerine 10'dan fazla şut imkanı veren Galatasaray, Ocak ayından sonra buna yalnızca bir kez müsaade etti. Hem de agresif baskı oyununa en yatkın stoperi olan Luyindama'dan yoksunken...

Fenerbahçe, Beşiktaş ve Yeni Malatyaspor örneklerinden bir ders alacaksak o da şu olmalı: Taraftarı mest etme potansiyeli olan yüksek ön alan baskısı, kısa vadede övgü ve takdir toplamaya yarasa da, uzun vadede buna uygun olmayan oyuncular ile denendiğinde faydadan çok zarara yol açıyor. 

No comments:

Post a Comment